Bir Kuşun Ormanı

Yazar: Gürsel Korat Tarih: 9 Şubat 2025

Ankara’nın kışın kömür yakmaktan gelen çok ağır bir sorunu vardı: Hava kirliliği bazen öyle üst düzeylere çıkardı ki, gaz odasına girmiş gibi olurduk. 1982’de pencereden bakınca gözün gözü görmediği bir dumanlı havayı çok iyi anımsıyorum. O gün derin bir kederle Cebeci’deki kampusa gitmiştim. Kömür kokusu dehşetli bir alt bilinç gibi içimi yoklayıp duruyordu. Şehrin kömür […]

 

Ankara’nın kışın kömür yakmaktan gelen çok ağır bir sorunu vardı: Hava kirliliği bazen öyle üst düzeylere çıkardı ki, gaz odasına girmiş gibi olurduk. 1982’de pencereden bakınca gözün gözü görmediği bir dumanlı havayı çok iyi anımsıyorum. O gün derin bir kederle Cebeci’deki kampusa gitmiştim. Kömür kokusu dehşetli bir alt bilinç gibi içimi yoklayıp duruyordu.

Şehrin kömür yakıtından kurtuluşu bu yüzden benim için çok önemli oldu. Fakat ondan da önemlisi “şehir” denince ağaç kesip beton dökmeyi bir iş sananların aklının almayacağı bir şeydi: 1970’lerin başında “taşı toprağı bakır olan” kuru Ankara’nın güneyi ve batısı devasa bir ormanla çevrelenmiş, bu davranış, bir şehri bilimin işbirliğinde yönetmenin kalıcı ve güzel örneği olmuştu. Bugün “ODTÜ Ormanı” olarak anılan ve Ankara’nın güneyini ve kısmen de batısını içine alan bu ağaç denizi, 1970’lerin başında kuruldu ve onu sevenlerin yüreğinde özel bir yere sahip oldu. Çünkü bu orman insan eliyle yaratılmış en büyük ormanlardan biriydi ve yüz elliye yakın türün korunmasında ev sahipliği yapıyordu.

Hepimiz biliriz ki Türkiye şehirlerinin en büyük sorunu; yeşilin yok edilerek yerine yüksek blokların dikilmesidir. Şehrin ortasındaki bu orman da neyin nesidir böyle? Bu gibi soruları şehrin yeşilini yok eden kişiler sorar ve eğitimin ne anlama geldiğini bilmeden ağaçlara saldırırlar. 

Bu amaçla sanırım 1980’lerden sonra yol çalışmalarında ucuz ve kimsesiz görünen ormanlardan imar geçiren sorumsuz insanlar, şehrin bu oksijen deposunun ortadan kalkması için kolları sıvadılar. Gerekçe olarak da “şehir planında burada bir yol planlandığı”nı öne sürdüler. Öyle anlaşılıyor ki, “Buraya otoyol ağını getirelim, planı sonra yaparız” diyen birileri ilk girişimi başlatmış oldu. Ne yazık ki, “geri dönülemez hatalı kararlar” bir kez daha ormanın ölümü yönünde çıktı.

Üstelik bu olayın büyüklüğünün görünenden daha da fazla olduğunu zamanla anladık: ODTÜ’nün içinden geçen, üniversiteyi enlemesine kesecek bir otoyolun yapılacağı ve böylece hem ODTÜ Ormanı’nın hem de üniversite arazisinin yok edileceği anlaşıldı.

Bu akıl, ODTÜ’yle işbirliği yapan ve koca ormanı kuran sivil toplum aklına karşı rantın ve betonun egemenliğini savunanlara aittir. Bu akıl, doğal kuş cenneti olan Gölbaşı’nı yapay bir gölete çevirmeyi ister çünkü geri dönülemez kent planları İncek ve dolayımında “kuş cennetlerinin kent sakinlerinin bir göletine dönüştürülmesi tasarımına göre” yapılmıştır.

Şu bilinmeli ki Ankara, çölün ortasında beton tarlalarında yaşayan Dubaililerin inşaat zevkine uygun değildir. Bu şehirde yapay kar pistleri ve yapay beton göletler aklı başında bir insanı çılgına çevirir çünkü burası bir kar ve kayak şehridir ve yıkmazsak eğer, seyrine doyulmayacak doğal göletlerimiz vardır. Ankara’yı dışarıdan gelen insan sevemez; Yahya Kemal, Osmanlı’ya dönüşü ima ederek “Ankara’nın nesini seversiniz?” sorusuna “İstanbul’a dönüşünü.” demişti ama bugün yaşasaydı “Aziz İstanbul”a bakacağı bir tepe bile bulamayacaktı.

“Ankara’yı neden seversiniz?” sorusuna, “Bu şehirde halk egemenliği kurulmuştur, o yüzden onu hürmetle seviyorum.” demek gerekir. O güzelim ODTÜ Ormanı’nda bir kere yürüyüş yapmayan, Eymir Gölü’ne tepeden bakmayan, gölün çevresinde bir kez çay içmeyen kişi, bu şehri gri ve kuru bulabilir. Fakat nefret etmeye ve yıkmaya hakkı yoktur.  

Bana kalırsa sevmemesi daha iyidir zaten.  Öyle bir kişi, buranın kadın haklarını ilk tanıyan ülkelerden birinin başkenti olduğunu bilsin yeter. 

Unutmayalım bu başkent, bir zamanlar hava kirliliğinden ötürü yaşanmaz bir haldeydi.  ODTÜ Ormanı şehrin solunum sistemi oldu, 1995’te de doğal sit alanı ilan edildi ve bilim insanları ODTÜ Ormanı’nı korumak için üniversiteyle işbirliği yaptı, fakat öbür yanda Atatürk Orman Çiftliği’ni yok ederek meydanlara dinozor heykelleri koyan başka insanların gelmesi gecikmedi ve üniversitenin ormanını işgal ettiler, bir bölümünden zorla yol geçirdiler, öbür yandan da şimdilik yüz hektar kadar bir alanı yok ederek otoyol yaptılar. 

Anlaşılan o ki bu gibi kişiler, “Ankara’nın nesini seversiniz?” sorusuna halen gevrek gevrek gülüyor, fakat neyi sevmediklerini bilmiyorlar. Dilerseniz ben onların neyi sevmediklerini anlatayım.

Örneğin Meclis bahçesini sevmezler. Orada dünyanın dört bir köşesinden getirilmiş özel tipte ağaçlar vardır. Seğmenler Parkı’na sevgi duyulması saçmadır. Kurtuluş Parkı’nı ne yapmak isteyeceklerini düşünemeyiz bile. Kırkkonaklar çevresindeki orman sinirlerini bozuyordur. ODTÜ Ormanı ise cinnet getirmelerine neden olacak kadar büyüktür hâlâ. 

Oysa unutulmamalı, Ankara’yı sevenler Almanlar gibidir, ormana bayılırlar. Çünkü onlarla orman arasında bir hayat bağı kurulmuştur. Ben de onlardan biriyim. 1982’de nefes alamadığım şehrimde 2020’li yıllarda devasa çam ağaçlarıyla kaplı bir ormanda dolaşmanın mutluluğunu ODTÜ Ormanı’nda yaşarım. Hastalandığımda ağaçlarıma bir insanla vedalaşır gibi sarılırım. Mutlulukla Oran’daki evimin penceresinden ormana bakar, sayısız çeşitlilikteki kuş seslerini dinlerim. İlginçtir: Orada dünyanın hiçbir yerinde işitmediğim, ne kuşu olduğunu da bir türlü öğrenemediğim bir kuş öter. Radyo sinyali gibi bir ses çıkarır, aralıklı öter ama sanki bölgenin  sükûnetini, hayat dolu oluşunu ve serinliğini dinleyicilerine haber verir. 

Bana koskoca bir roman yazdıran bu ormana bakarak sanki bu kuş için bu ormanın yapıldığını sevinçle aklımdan geçiririm.

İşte bu yüzden severim ben Ankara’yı.